Aziz ve Azizelik Kavramı: Tarihsel Bir Bakış
Aziz kelimesi, Hıristiyanlıkta Tanrı’nın lütfunu temsil eden ve yaşayanlar için Tanrı nezdinde şefaatte bulunabileceklerine inanılan, kilise tarafından kutsal ilan edilen kişilere verilen bir isimdir. Kadınlar için kullanılan karşılığı “azize”dir. Yeni Ahit’te İsa’ya atfedilen sözlerde “aziz” kelimesi yer almazken, Aziz Paulus’un mektuplarında ve Vahiy Kitabı’nda bu terim, tüm Hıristiyanlar için “mukaddes” veya “kutlu” anlamında kullanılır. İlk Hıristiyanlar, kiliseye mensup kişilerin şehit edilmesi sonrası, bu kişileri doğrudan cennete gittiklerine ve yaşayanların duaları için Tanrı’nın nezdinde aracılık edebileceklerine inanarak yüceltmeye başladılar. Resmi azizlik tanımlaması, 6. yüzyılda başladı.
Azizlik mertebesinin resmi olarak tanınması, Papa XV. Johannes tarafından 993 yılında gerçekleşti. Bu süreç, Papa VIII. Urbanus ve XIV. Benedictus’un belirlediği kurallarla düzenlendi ve 1917’de Vatikan tarafından Azizler Listesi Yönergesi olarak benimsendi. 1960’larda, Papa VI. Johannes Paulus tarafından bu süreçte kolaylaştırmalar yapıldı. Azizlik kavramı, Hıristiyanlık tarihinde önemli bir evrim geçirerek, ilk dönemlerde genel bir “inanmış kişi” anlamından, kilisenin yetkili organlarınca kutsal ilan edilen bireylere özgü bir statüye evrilmiştir. Bu süreç, kilisenin yapısal ve inançsal gelişiminin bir parçası olarak ele alınabilir.
Katolik ve Ortodoks Kiliselerinde Azizlik Süreci ve Anlamı
Katolik Kilisesi’nde azizlik, dört aşamalı bir süreçten sonra Papa’nın onayı ile resmiyet kazanır. Kutluluk ve azizlik için aday gösterilen kişilerin, adlarına gerçekleşen en az iki mucize gereklidir. Bunun dışında, tarihsel olarak kutlu sayılan kişiler, özel durumlarda doğrudan Papa tarafından azizler listesine eklenebilir. Rum Ortodoks Kilisesi’nde de azizlik kavramı bulunmakta, ancak bu süreç Katolik Kilisesi’ndeki kadar katı kurallara bağlı değildir. Azizlik önerileri, ilgili piskopos ve bir komisyon tarafından incelenerek karara bağlanır. Lutherci ve Anglikan kiliseleri de azizlerin varlığını kabul eder, fakat bu kiliselerde azizlere tapınma uygulaması yoktur.
Azizler, genellikle çileci ve kendinden geçmiş bir yaşam sürmüş, olağanüstü ahlaki niteliklere sahip kişiler olarak tanımlanır. Assisili Aziz Francesco gibi erdemli yaşamlarıyla tanınan azizler, bu kategorinin klasik örnekleridir. Mistik deneyimleriyle bilinen Clairvaux’lu Bernard, Helftalı Gertrude, Âvilalı Teresa gibi azizler de bu mertebeye yükselmişlerdir. Ayrıca, dini geleneğe yeni yorumlar getiren ve ilahiyat alanında çığır açan kişiler de aziz olarak kabul edilebilir. Bu bağlamda, skolastik felsefenin en önemli temsilcisi olan Aquinolu Tommaso bu kategoride değerlendirilebilir. Ayrıca, belli bir coğrafi bölgede saygı gören, ancak tüm din topluluğu tarafından tanınmayan yerel azizler de bulunmaktadır.
İslam, Allah’a eş ve ortak koşmanın (şirk) her türlüsünü reddeder ve bu nedenle azizlik kavramını kabul etmez (bakınız: evliya; eren). Diğer dinlerde ve halk inançlarında ise, Tanrı’ya veya birden fazla tanrıya, diğer ruhani güçlere, efsanevi dünyalara, kutsal olarak kabul edilen aşkın gerçekliklere özel bir ilişki içinde olduğuna inanılan kişilerin yüceltilmesi yaygındır. Bu tür kişiler, ruhani yaşamda yüce bir mertebeye ulaştıklarında genellikle ‘ermiş’ olarak adlandırılır.
Yahudilik, tek tanrı inancına büyük önem verir ve bu inancın temelinde ermişlere veya azizlere tapınma bulunmaz. Ancak, kutsal kişi olmak İsrailoğulları için bir ülkü olarak sunulur ve Eski Ahit’te, Tanrı’nın seçilmiş kavminin üyeleri için “Yüce olanın mukaddesleri” (Daniel 7:18) ifadesi kullanılır. Helenistik dönemde (M.Ö. yaklaşık 300 – M.S. yaklaşık 300), Yahudiliğin diğer dinlerin etkisine girmesiyle, “takva ehli” olarak bilinen Hasidimler diğer inançlardan ayrılmaya başlamıştır. Kur’an’da, Yahudilerin “Allah’ı bırakıp hahamlarını rableri olarak kabul etmeleri” (Tevbe 31) eleştirilir.
M.Ö. 6. yüzyılda Çin’de ortaya çıkan Konfüçyüsçülük, ermişliği ahlaki kusursuzluk olarak görür ve “en eski zamanların kutlu hükümdarları”nın yaşamlarıyla örneklenir. Aynı yüzyılda Çin’de gelişen Taoculuk ise daha mistik bir ermişlik anlayışına sahiptir ve tutkulardan arınarak doğanın Yolu’na (Tao) razı olmayı, Mutlak ile bütünleşmeyi öngörür. Taocular, “gerçek insan” (chen jen) olarak adlandırdıkları ermişlere tapınır. Japonya’da doğan Şinto dininde ise efsanevi ermişler yüceltilir; ancak herkesin, iyi ya da kötü, ölümden sonra doğaüstü bir yaşam sürdüğüne inanılır.
Ermişlik ve Azizlik Kavramları
Theravada Budizmi‘nde, Nirvana’ya ulaşarak samsara’dan (geçici dünya) kurtulan keşişler ‘ermiş’ (arhat) olarak kabul edilir. Budizm’in kurucusu Siddharta Gautama (M.Ö. yaklaşık 560), ilk Budist ermiştir ve Budizm’in erken dönemlerinde ermiş olarak kabul edilen kadınlar da vardır. Mahayana Budizmi ise, sadece keşişlerin değil, her bireyin bodhi’ye (aydınlanma) ulaşabileceğini savunur. Kendi aydınlanmalarını başkalarının manevi yükselişi için erteleyen ‘bodhisattva’lar da ermiş olarak sayılır. Mahayana Budizmi, kurtarıcı bir din olarak tanımlanır ve iyiliksever ermişlere büyük önem verilir. Tibet Budizmi‘nde ise, geçmiş ermişlerin, bilginlerin, tanrıların ve cinlerin ruhlarının insan bedenine büründüğüne inanılan kişiler de ermiş sayılır.
Caynacılık‘ta, Mahavira (Büyük Kahraman) Vardhamana, ermiş peygamberler serisinin 24.’südür ve önceki 23 peygamber (Tirthankara) günümüzde Caynacı tapınaklarında saygıyla anılır. Hinduizm‘de ise, ‘sadhu’ (kutsal kişi) ve ‘avatara’ (kutsal bir varlığın insan bedenine bürünmesi) olarak adlandırılan ermişlere tapılır; hatta bazı Hindu inanışları Hz. İsa’yı Vişnu’nun bir bedenleşmesi olarak görür.
Dini büyüklerin, inananlar topluluğu tarafından azizlik veya ermişlik mertebesine yükseltilmesi, insanların hem insan görünümlü hem de insanüstü varlıklara olan özlemlerinden kaynaklanır. Tek ve soyut bir Tanrı kavramı, ortalama bir dindar için ulaşılamaz ve algılanamaz olabilir. Dindar kitleler, tanrısal varlığı, insan dileklerini yerine getiren çeşitli ruhani varlıklara bölme eğilimindedir. Büyük dinler genişledikçe, bu dinleri benimseyen halk toplulukları eski inanç ve eğilimlerini yeni dinsel çerçeveler içinde sürdürmüştür.
Katolik Kilisesi, azizlere yönelik tutumu ‘veneratio’ (saygı) ile Tanrı’ya yönelik ‘adoratio’ (tapınma) arasında ayırır. Katoliklikte azizler, Tanrı’nın lütfunu temsil eder ve Tanrı’nın iradesine tamamen bağımlıdır. Ortodoks Kilisesi‘nde de ikonlara duyulan saygı benzer şekilde yorumlanır. Ancak halk arasında aziz inancı, çoktanrılı tapınma biçimlerinden tamamen arındırılmış değildir.